29 Ekim 2011 Cumartesi

BİLİMKURGU YAZILARI-1 (İnceleme)

                              TÜRKİYE’DE BİLİMKURGU VE GELECEĞİ
                                                                   Tüm Bilimkurgu Severlere...

      Bilimkurgu, ülkemizde uzun yıllar, hatta dünyada da bir dönem “kaçış edebiyatı” olarak küçümsenmiş, hak ettiği saygıyı pek görememiş önemli bir türdür. Kaçış edebiyatı tanımlaması bazen çok yanlış olmasa da, çoğu zaman oldukça yetersiz, tek taraflı ve haksız bir etiketlemedir. Bu tanımlamanın nedenlerinden biri de bilimkurgunun ve takipçilerinin hâlihazırdaki mevcut dünyayı kabul etmeyip alternatif dünyalar içinde “hayal kurma” özgürlüğüne sahip olmalarıdır.     
       Bilimkurgu sadece gelecekle ilgilenmez. Çok genel olarak geçmişte, günümüzde veya gelecekte teknolojinin ve bilimsel gerçeklerin araştırma, buluş ve kuramların ışığında yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, bunları bütünleyen desenler, resimler, film, dizi film gibi dramatize eserler; hatta besteler, aygıtlar, dekorlar ve her türlü yaratılmış formları (yaratık, kent, ülke vb.) kapsar. Bu eserlerin içerisinde bilimsel bir açıklama, gerçeklik veya dayanak varsa bu bilimkurgudur. Eğer hiçbir bilimsel gerçeklik ve dayanak yoksa bu fantezidir. Yüzüklerin Efendisi veya Harry Potter eserlerindeki sihir, havada uçmak gibi fenomenlerin, bilimsel bir açıklaması olmadığı için bu ve benzerleri fantezi eserlerdir.
       Dünya’da batı ülkeleri başta olmak üzere bilimkurgu alanındaki tüm faaliyet ve gelişmeler, maalesef Türkiye’dekilere oranla hem nitelik hem de nicelik olarak çok ileridedir. İster edebi türdeki yazın eserleri olarak, isterse illüstrasyon, dizi film veya film türündeki görsel eserleri olarak, maalesef bilimkurgu alanında yeterli sayıda ve kaliteli eserler veremiyoruz. Az sayıdaki kaliteli olanlar da maalesef halka ulaş(a)mıyor. Bu türdeki eserleri, özellikle Batı kaynaklı olmak üzere uzaktan izler konumdayız. Elbette ülkemizde çok az sayıda da olsa bu alanda verilen eserler mevcut, fakat yeterli olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz. Bu dar kapsamlı inceleme yazısında; bunun nedenleri, ülkemizde bilimkurgunun niçin etkin olamadığı ve ülkemizde bilimkurgunun olası geleceği konusunda görüşlerimi sıralayacağım.

      Ülkemizde bilimkurgu, geçmiş yıllarda nüfusla orantılı olarak belki biraz daha fazla halkımızın ilgisini çekmiş önemli bir türdür. “Bilimkurgunun Önemi”, bu yazının konusu olmadığı için bunu bir başka yazıya bırakalım. Benzer şekilde “Korku”, “Polisiye” türleri gibi diğer türlere nazaran az da olsa, özel bir merak ve takipçisi olan bir türdür. Bilimkurgu okur/izleyicilerinin, genelde hayal dünyaları geniştir veya en azından sürekli ilgilenenlerin kendi hayal dünyalarını geniş ve özgür tutmak isteyen kişiler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bilimkurgu, birçok kişinin zannettiği gibi sadece uzayda geçen serüvenlerden ve lazer silahlarından ibaret değildir. Parapsikoloji konularından kuantum dünyasına, paralel evrenlerden UFO’lara; robotlar, genetik bilimi, klonlama ve evren konularından dünyada doğal dengenin bozulmasına ve geleceğin toplum yapısına kadar sayısız konu bilimkurgunun alanına girer. Kısaca, bilimkurgu hayatın içinde de, geleceğinde de vardır.
                                
                               Bilimkurgu hayatın içinde de, geleceğinde de vardır.

                              Usta Bilimkurgu Yazarlarından: H.G.Wells, Isaac Asimov, Arthur C.Clarke, Philip K.Dick, Ursula K.Le Guin
 
      Yukarıda sıralanan ve sıralanmayan birçok bilimkurgu konusunu, özellikle yazarlar açısından okuyucuya veya izleyiciye etkin ve özgün bir şekilde sunmak elbette kolay bir şey değildir. Çünkü takipçisini öncelikle özgün konusuyla cezp edecek, taklit olmayacak, üstelik bilimkurgunun bilim tarafını da göz ardı etmeyecek bir sağlamlıkta olacak. Ayrıca kullanılan edebi dilin ve üslubun iyi olması gerektiğini unutmayalım. İyi bir bilimkurgu eseri, iyi bir edebiyattır aynı zamanda. Bu gerçek, bilimkurguya dar bir çerçeveden bakan ülkemizdeki bazı “usta” yazar ve eleştirmenler tarafından bile maalesef anlaşılamamıştır. Yaşadıkları çağın ötesine geçip günümüzde saygıyla anılan Jules Verne, H.G. Wells, Hugo Gernsback, Isaac Asimov, George Orwell, Ray Bradbury, Philip K.Dick ve daha birçok bilimkurgu üstatlarının yıllara meydan okuyan vizyonları ve öngörüleri bu dünyaya çok şey katmıştır, katmaya devam edecektir.
                
                           İyi bir bilimkurgu eseri, iyi bir edebiyattır aynı zamanda.     

       İyi bir bilimkurgu yazmak için yazarda iyi bir donanım gerektirir. Batı’da bazı iyi bilimkurgucuların mesleki olarak “bilim” ile uğraşmış geçmişlerinin olduğunu biliyoruz. Mesleki olarak bu vasfı taşımayanların da en azından iyi bir araştırmacı olmaları gereklidir ki, eserin bilimsel kısmı tutarlı olsun ve aksak olmasın. Örnek olarak sadece bilimkurgu alanında değil, tarihten din konusuna, bilimsel yazılardan polisiye romanlara kadar çok sayıda ve birçok türde sayısız eser vermiş olan ve kitap yazma hızı oldukça iyi olan Isaac Asimov kendisiyle yapılan bir röportajda bir bilimkurgu romanını bitirebilmek için en az 7 ay hazırlık ve çalışma zamanı geçirmesi gerektiğini; halbuki diğer türde yazdığı eserlerde çoğu zaman birkaç hafta veya birkaç aylık sürenin kendisine yettiğini belirtmiştir. Bu özellik, elbette sağlam yapılı bilimkurgu öyküleri için de benzer şekilde geçerlidir.
       Hakkını vermek gerekir ki, kolaya veya taklide kaçmayan “gerçek” veya yaratıcı bilimkurgu yazarlarının değişik ve farklı bir beyin yapısı vardır. Bu değişik yapıya, elbette yaratıcı niteliği gelişmiş diğer tür yazarları da dahildir. Buna isterseniz “özel dizayn nöron ağı yapısı” da diyebilirsiniz. Herkesin gör(e)mediği alternatif bir dünyayı, özel bir bakış açısı ile oluşturmak ve yazmak hem kolay değildir, hem de her yazarın yapabileceği bir şey değildir. Bu özel nöron ağına sahip beyinler, yine kendilerine yakın özgür düşünceli, sorgulama tarafı kuvvetli okuyucularla kıymet kazanırlar. Yani, bilimkurgu yazarına kıymet kazandıran çoğunlukla okuyucularıdır. Peki, ya yeteri kadar okuyucu yazara destek vermezse, eserini okuyarak sahip çıkmazsa ne olur? Bu nitelikte yazarlardan en iyi ihtimalle bir kısmı, heveslerini kaybeder veya buna daha az heves duymaya başlarlar. Ülkemizde bilimkurgunun düştüğü durumun nedenlerinden “biri” de bence budur. Ayrıca dünyada birçok bilimkurgu yazarını bekleyen önemli bir “yazgı” da _bazı istisnalar dışında_ kendi zamanlarında değil, kendilerinden sonra “değerlerinin fark edilmeye” başlamasıdır.   
         Çoğu edebi eserde olduğu gibi, (hatta bilimkurgu aleyhine daha fazla olmak üzere) ülkemizde bilimkurgu eserlerinin de satışı sınırlıdır. Ülkemizde ancak” bestseller” kategorisine giren ve az sayıdaki yazarların eserleri ancak tatmin edici baskı ve gelir seviyesine ulaşmakta; büyük çoğunluktaki eserler ise tek baskı ve 1000 adedi geçmeyen baskı ile yetinmektedir. Ülkemizden, çok iyi yazılmış olduğu halde maalesef az satan bilimkurgu eserlerimiz olmuştur. Buna rağmen iki, hatta çok büyük yüzdeyle bir baskıdan daha fazla baskı-satış yapan bilimkurgu eserlerimizi -eğer varsa- ben bilmiyorum. Evet, diğer türlerde oluğu gibi birçok kimsenin ortak paydada buluşabileceği, istikrarlı bir yazma ve satma grafiğine sahip bilimkurgu yazarlarımız yok. Fakat, bu iyi yazılmış eserler de yok anlamı taşımaz. Maalesef, bu türde basılan eserler hem iyi tanıtılamamakta, hem de okurların bir kesiminin sahip olduğu “farklı” ve “ilgisiz” bakış açısı nedeni ile hak ettiği yeri alamamaktadır. Ayrıca, bizde ödenen telif ücretinin yeterliliği konusuna hiç girmeyelim. Batı’da bilimkurgu yanında polisiye, korku gibi benzer türlerin gelişmesinin en önemli nedenlerinden birisi, yazarların gerek maddi gerekse manevi olarak desteklenmiş olmasıdır. Öyle ki, Asimov, A.E. Van Vogt gibi yazarlar da dahil olmak üzere, çok sayıda yazar adayları yazdıkları öyküleri dergilerde yayınlatabilmek için bir kalite ve yaratıcılık yarışına girmişlerdir. Bu da kalite çıtasını yükseltmiştir. Weird Tales, Amazing Stories, Astounding Science Fiction gibi periyodik dergiler, 20 nci yüzyılın ilk yarısında oldukça etkin olan ve çok satan dergilerdi. Yazarlar, öyküleri veya kısım kısım yayınlanan romanları için pek küçümsenmeyecek telif ücretleri almışlar, bu ücretler de yazma motivasyonunu artırmıştır. Verilen manevi destek çeşitleri olarak ise, okuyucuların bu tür yayınları ısrarla istemesi, övgülerde bulunması, dağıtılan bilimkurgu ödüllerinin çokluğu sayılabilir. Bu tür destek, yazarlar için çoğu zaman maddi desteğin de ötesinde önem kazanır. Ülkemizde kitabı basılmış, basılmamış kaç yazara _çok meşhur olmamak şartıyla_okuyuculardan ne kadar destek ve takdir mesajı gelmiştir, doğrusu merak ederim.                         
       Gelin şimdi bir de ülkemizdeki bilimkurgu sektörüne, verilmiş eserlerle birlikte çok kısaca bir göz atalım:
        Bilimkurgunun edebiyat dünyasındaki durumuna yukarıda kısaca değinmiştik. Verilen az sayıdaki eserlerle ve okuyuculardan çok da talep görmeyen durumu ile bu türün edebiyat alanında iyi durumda olduğumuzu kesinlikle söyleyemeyiz. Bu “vasat” durumu, yazarların yetersizliğinden değil de; okuyucunun isteksizliğine ve tepkisizliğine bağlamak çok daha gerçekçi olacaktır. İki yıl kadar önce doğa gezgini ve bilimkurgu yazarı Haldun Aydıngün ile internette de yayınlanan bir bilimkurgu röportajı yapmıştım. Kendisi yazılan kitapları bile yayınevi editörlerine okutmanın güçlüğünden bahsetmişti. Ülkemizde seçkin yayınevleri de dahil olmak üzere maalesef bilimkurguda yetkin editör sayısı çok azdır. Elbette bazı yayınevleri bunun dışındadır. Takip ettiğim kadarıyla Crea (Astrea) Yayınevi, Türk bilimkurgusuna sahip çıkan yayınevlerinin başında gelmektedir. Bunun dışında zaten Metis, İthaki, Altıkırkbeş gibi yayınevlerimiz seçkin bazı yabancı eserleri yayınlamaktalar. Yine de en azından birçok yayınevinin _varsa_ bilimkurgu editörlerinin havayı iyi koklayabilme özelliklerinin eksik olduğunu düşünüyorum.


       Örneğin aklıma gelen birkaç örnek var. İlk örnek: Tess Gerritsen’in yazdığı “The Gravity”(Yörünge) isimli Bilge Kültür Sanat’tan çıkma kitabı konuşalım. Yazar, tıp mesleğinden gelme olduğu için çoğunlukla tıbbi gerilim romanları yazıyor. Çok büyük bir çoğunluk, bu eserinin de bir tıp gerilimi olduğunu zanneder. Konu, dünyanın yörüngesinde dolaşan Uluslararası Uzay İstasyonu’nda geçmektedir. Buradaki bir virüs kontrolden çıkar ve heyecan dozu gittikçe artan güzel bir roman ortaya çıkar. Halbuki bu roman, batılıların “Hard Science Fiction” dedikleri gerçeğe en yakın olan ve yazarın çok uzun araştırmalar sonucunda yazdığı bir bilimkurgu-gerilim romanıdır. Gelgelelim bu roman iyi satmasına ve ikinci baskısını yapmasına rağmen piyasada bulmanız çok zordur. Bu romanın baskısı niçin yapılmaz.? İkinci örnek, Metis Yayınevi’nden çıkmış (2003) olan “Serçe” isimli Mary Doria Russell romanı. Bol ödüllü bu romanın devamı olan “Tanrı’nın Çocukları” (Children Of God) dış ülkelerde yayınlanmış olmasına ve Serçe romanının film hakları Warner Bros tarafından satın alınmış, hatta Brad Pitt’in oynayacağı da kesinleşmişken niçin bu romanın devamı yayınlanmaz? Ya da, sinemalarda bol bol Philip K.Dick öykülerinin uyarlama filmleri oynarken (Minority Report, Total Recall, Paycheck, Adjustment Bureau sadece birkaçı) yazarın Türkçe’de yayınlanmış toplu öyküleri de bulunmuyor iken, neden bir “Philip K. Dick Öykü Seçkisi” yayınlanmaz? Üstelik bu proje kitaplar, “Kesinlikle satmaz” denemeyecek, kalite seviyesi ile okuyucuyu cezbedecek eserler...

     Sadece kitap satışları ile değil; dergi sektöründe de bir gelişme olamaması bu vasat, hatta vasat altı durumu gayet iyi yansıtır. Ülkemizde geçmişte, 1970’li yılların başından itibaren Antares, X-Bilinmeyen, Öncü, Atılgan, Nostromo, Davetsiz Misafir, Albemuth gibi gerçekten bir çok nitelikli bilimkurgu dergisi çıkmış, fakat bu dergileri çıkaranların tüm özverili çalışmalarına rağmen, elbette maddi imkansızlıkları da önemli bir etken olarak yayın hayatlarına devam edememişlerdir.
      Türün dünyada da lokomotifi niteliğindeki “Televizyon ve Sinema” sektöründe ise bizim “Türk Bilimkurgusu”, komedi ile maalesef özdeşleşmiştir. Sanki, ülkemizden korku-bilimkurgu, sosyal- bilimkurgu vb. alt türler çıkamazmış gibi... Geçmişte siyah-beyaz TRT döneminden Uzaylı Zekiye isimli bir komedi-bilimkurgumuz vardı. Seyircisi de olan güzel bir diziydi. Türk bilimkurgu filmleri de aynı kategori içindedir. Cüneyt Arkın’lı Dünyayı Kurtaran Adam, günümüzde gençlerin hala kahkahalar ile üniversitelerdeki gösterimlerinde seyrettiği “kült” bir filmimizdir. Sadri Alışık’lı Turist Ömer Uzay Yolu’nda yine bir komedi-bilimkurgu filmi. Daha yakın zamandan Cem Yılmaz’lı G.O.R.A filmi, biraz da Star Trek (Uzay Yolu) dizisini ti’ye alan bilimkurgu fonlu bir başka komedi filmidir.  Kısaca gerçek bilimkurgu izlemek istiyorsanız yabancı dizi ve filmleri seyredecek; gülmek istiyorsanız bizim Türk filmlerini seyredeceksiniz gibi bir durumumuz var. Elbette bilimkurgu, komedi ile kaynaşabilir; buna itirazım olamaz. Yalnız, neden sadece komedi-bilimkurgu filmlerimiz var?
      Batıda halen bu türün lokomotifi olan TV dizisi- Sinema sektöründe müthiş bir hareketlilik vardır. Çekilen-yayınlanan bilimkurgu dizi ve filmleri, çok önemli bir yer tutmaktadır. Üstelik kaliteye önem verildiği takdirde, bu dizi ve filmler bu sektörde çalışan ve yapımcısından oyuncusuna; senaryo yazarından film dağıtımcısına kadar herkesi maddi ve manevi olarak da tatmin eden sonuçlar getirmektedir. İlginçtir, ülkemizde geçen yıl en çok seyredilen iki yabancı film de bilimkurgudur. Yaklaşık, bir milyon 800 bin seyirci rakamı ile Avatar (dünyada da en çok seyredilen film) ve bir milyon 100 bin seyirci rakamı ile Inception (Başlangıç) filmleri, ülkemizde bilimkurgunun kaliteli olduğunda çok seyirci toplayabildiğini gösteren iki önemli örneğidir.



   Avatar ve Inception: Türkiye’de Şu Ana Kadar En Çok Seyirci Çekmiş Olan İki Yabancı Film. Üstelik ikisi de bilimkurgu...

      Olaya bir de _elbette biraz da genelleme yaparak_ halkımız açısından bakalım: Ülkemizde, halkımızın eğitim seviyesi yeterli yükseklikte değildir. Genel eğitim ortalamamız hala ilkokul seviyesindedir. Halbuki, bilimkurgunun dayandığı temel faktör bilimdir. Bilim ise ilerlemeyi, sorgulamayı, merak etmeyi gerektirir. 1930’larda bilimkurgunun isim babası olan Amerikalı fizikçi ve bilimkurgu yazarı Hugo Gernsback’nun kitap veya magazinleri binlerce basılır ve okurlara ulaşırken, bizde bu zamanda hala böyle bir potansiyel olmaması düşündürücüdür. Maalesef yetiştiriliş tarzımızın ve özellikle de eğitim sistemimizin eksiklikleri ve “test sistemi”ne zorlayan tek taraflı ve bozucu olan yapısıyla merak etmek, okuyup araştırmak, bilime ve sanata saygı duymak gibi kültürel refleksleri gelişmiş bir vatandaşta olması gereken özellikler, yetişen çocuk ve gençlerimizin çoğunda zamanında oluşturulamamaktadır. Ülkemiz, okullarda verilen kitap okuma ve özetini çıkarma ödevlerinin çoğunlukla kitabı okumadan internetteki sitelerden bulunup verilmesiyle “halledildiği” bir ülkedir. Hatta bunu verilen diğer birçok ödev için de genelleyebilirsiniz. Çocuklar kendilerine daha çok zaman yaratmak için ödev gibi “angaryalar” (!) ile uğraşmak istememekte, hatta bazı anne ve babalar bile bu duruma göz yummaktadırlar. Elbette bu durumu seçkin bazı okullar veya çalışkan öğrencileri dâhil etmeden sadece böyle bir durumun da olduğunu belirtmek için söylüyorum. Fakat, televizyonda dizisi oynayan bir kitabın satışı (Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu vb.) diziyle pek bir ilgisi olmasa da, o kitaba talebi artırabilmektedir. Halbuki en sağlıklı olanı, önce kitabın kalitesiyle kendini göstermesi, belirli bir okur kitlesine ulaşması, sonra bu kaliteye dayalı olarak bunun film veya dizi uyarlamasının yapılmasıdır. Batı’da işleyen bu sistem, ülkemizde maalesef okuma merakı da pek olmadığı için bizde pek geçerli değildir. En azından büyük bir çoğunluk için.

                    Bilimkurguya ilgi duymak, merak duygusuyla başlar; bilim ve sanata
                                                          saygı duymak ile devam eder. 

        Diğer önemli bir faktör de, yıllar içinde halkımızın merak etme duygusunun azalmış olmasıdır. Örneğin geçmişte, sadece ülkemizde değil tüm dünyada uzaya açılma ve insanlı uzay araçlarının aya gidişi bir heyecan nedeniydi. Televizyonlarda Uzay Yolu dizileri büyük ilgi konusuydu. Şimdi ise, tüm bu olayların sıradanlaştığı, hatta bilimkurgunun içinde yaşadığımız bir dönemde yaşıyoruz. Fakat, bu durumumuzda bile yine bilimkurguya belki daha çok ihtiyacımız var. Günümüzde Mars’a dönüşü olmayan insanlı yolculuklar planlanmaya başlanıyor iken, Japonların başı çektiği insansı (humanoid) robotlar artıyor iken, dış galaksilerde ve evrenimizde insan dışı yaşam kanıtları gittikçe artıyor iken bilimkurgunun öldüğünü kim iddia edebilir?   

SONUÇ OLARAK:
        Sonuç olarak geçmişte bazı parlama dönemleri haricinde, maalesef bilimkurgu türüne çok yatkın olamadık. Buna ilgi gösterenler azınlıkta kaldılar. Elbette Asimov’un dediği gibi bilimkurgu henüz genç bir türdür. Ülkemiz için ise daha belki çocukluk veya bebeklik döneminde bile sayılabilir. Bir ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesi de bilimde ve sanatta söz sahibi olmak, bu alanlardaki ürünleri önce kendi ülkesindeki vatandaşlarına, sonra da dünyaya sunabilmektir. Bilim ve sanatın kesiştiği alanın önemli bir bölümünü kaplayan “bilimkurgu” da bizim dışlamamız veya küçümsememiz gereken değil; tam tersine gelişmemiz ve geliştirmemiz gereken alanlardandır. Elbette bu tür içerisinde sadece komedinin değil, birçok değişik alt türün de verileceği zamanlarımız er veya geç olacaktır. Diğer türlerden (polisiye-korku vb) ülkemizden çıkmış sinema-dizi türü kaliteli eserler, yeni yeni ortaya çıkmakta ve sayıları artmaktadır. 

          Eninde sonunda bilimkurgu, tüm alanlarıyla ülkemizde hak ettiği yere gelecektir.   



                Günümüzün En İyi Yabancı Bilimkurgu Dizi Filmlerinden: X Files ve Fringe

         Kabul etmek gerekir ki, film-dizi sektörü insanları daha çok çeken ve sektörü daha çok harekete geçiren bir alandır. Diğer türlerdeki bu hareketlenme, eninde sonunda bilimkurgu alanına da ülkemizde gelecektir. Önemli olan ve bizim sormamız gereken; bu zamanın bize ne kadar uzak, ne kadar yakın olduğudur. Umarım çok uzak değildir. Ayrıca bu beklenen “zaman” geldiğinde ve halkımızdan gerekli ve yeterli talep oluştuğunda, belirli bir kalite taşıması ve dünya standartlarına yakın olması gereken öykü-roman-senaryo gibi eserlerimiz ile buna ne kadar hazır olabileceğimiz de sormamız gereken bir başka önemli sorudur. Ben, yakın zaman içerisinde dünyada olacak bazı teknolojik ve sosyal gelişmelerle, vatandaşlarımızın bilinçlerinin daha çok açılmaya başlaması, sorgulamalarının artması ve elbette yetişmekte olan çocuk ve gençlerimizin yakın bir gelecekte bilimkurguya dair daha belirgin bir talep dengesi oluşturması ile; bilimkurguya olan ilginin ülkemizde şimdikinden daha çok artacağına olan inancımı koruyorum. Bilimkurgusuz kalmamanız dileklerimle...  Mayıs 2011  

NOT: Yukarıdaki inceleme yazım, ilk olarak Gölge e-Dergi'nin Mayıs 2011 (44 ncü) sayısında yayınlanmıştır. İlgili sayıya  http://golgedergi.blogspot.com/2011/05/golge-e-dergi-44-say.html   veya http://www.mediafire.com/?y5pm4csg63o7f53  linklerinden ulaşabilirsiniz.
     
BLOG NOTU: Yazıda adı geçen Tess Gerritsen'in yazdığı Yörünge (The Gravity) romanı ile ilgili tanıtım yazım blogumda burada.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder